Düşünmeden Düşünebilmenin Gücü-2
Bir önceki yazımda, yani derginin bir evvelki sayısında, “Tipping Point” adlı bir kaç yıl evvel ABD’yi kasıp kavuran kitabın yazarı Malcom Gladwell’in son romanı “Blink” den sezgisel karar verme, ani ve içgüdüsel yargıya varma konusunda örnekleri sizinle paylaşmıştım. Bunlar, bir sanat tarihçisinin hisleri ile bilimsel bir çok testin yapamadığını yapıp, sahte heykeli ortaya çıkarması veya emekli bir Vietnam gazisi General’in, süper savaş bilgisayarını hızlı ve dağıtık karar alma gücü ile yenmesi gibi olumlu örneklerdi. Yazıyı bitirirken de düşünmeden düşünmenin negatif örneklerine de bir sonraki yazıda bakarız diye bitirmiştim.
1899 yılında bir sabah 2 adam ABD Ohio’da karşılaştılar. Bu adamlardan biri Ohio ve ABD politikasının en makyevalist isimlerinden Harry Daugherty, diğeri ise yakın zamanda Ohio Senatosuna seçilecek olan bir yerel gazete editörü Warren Harding’di. Sohbet esnasında Harding, Daughtery’in ciddi şekilde dikkatini çekti. Harding belki de mağara adamlığından bu yana bir liderde olması gerektiğine içgüdüsel olarak inanılan özelliklerin neredeyse hepsine sahipti. Uzun bir boy, güçlü çene kemikleri, birbirine uyumlu hatlar ile yakışıklı bir yüz, etkileyici bir ses tonu ve vücut dili. Kurt politikacı Daughtery’de bilinçaltının ona fısıldaması ile sohbetin sonlarına doğru şunu düşündü; Bu adam harika bir ABD başkanı olmazmıydı? Bu düşünce ile başlayan süreç 1920 yılında Harding’in başkanlığa adaylığını koyması ve sonunda ABD başkanı seçilmesi ile sonuçlandı. Ama bu sefer düşünmeden düşünme yetisi kötü bir sonuca, ABD tarihinin en başarısız başkanlık dönemine yol açmıştı. Fiziksel özellikleri ve ilk intibası ile harika bir lider olabilecek bu adam maalesef bir ABD başkanında olması gereken kararlılık, zeka, stresle başa çıkabilme ve zor seçimleri yapabilme özelliklerine sahip değildi.
3 Şubat 1999’da Güney Bronx’da Gineli bir göçmen olan Amadou Diallo gece yarısı kenar mahalledeki evine dönüyordu. Kısa boylu, sıradan görünümlü Diallo sokakta video satarak yaşamını devam ettiriyordu. Evine geldi, arkadaşları ile görüştü, ve kısa bir süre hava almak için kapı önündeki merdivenlere çıktı. Aynı anda tamamı beyaz 4 polisin içinde olduğu bir devriye arabasi Diallo’nun olduğu sokaktan geçiyordu. Araba Diallo’yu biraz geçince durdu. Durduran arabadaki genç polislerden biriydi. Geri geldiler, arabadan indiler ve ‘Polis’ diye bağırarak, konuşmak istediklerini söylediler. Diallo donup kalmıştı. Bunun üzerine polisler ona doğru hareketlendi, o binanın içine doğru kaçtı ve tam evinin kapısı önünde cebine elini sokarken 20’ye yakın kurşunla öldürüldü. Sonradan anlaşıldı ki Diallo’nun mahallede yaygın olan uyuşturucu satıcıları ile hiç bir ilgisi yoktu. Arabadan inen 4 beyaz yeni bir göçmen olan Diallo’yu korkudan dondurmuş, sonra panikle evine girmek istemiş, elini cüzdanindaki anahtar için cebine atarken de polislerce vurulmuştu. Suçu polislere içgüdüsel olarak suçlu duygusu yaratan bir deri rengine, fiziksel özelliklere sahip olması, panikle kaçması ve kötü (oturanları potansiyel suçlu haline getiren) bir mahallede oturmasıydı.
Abbie Conant 1980 yılında Torino Kraliyet orkestrasında trombon çalan bir genç kadındı. Efsanevi Münih Filarmoni orkestrasının bir eleman aradığını duyunca özgeçmişi ile başvurdu. Kabul edildiğini bildiren mektup ‘Bay Abbie Conant’ diye başlamaktaydı ama üzerinde durmadı. Seçmeler normalde açık bir ortamda yapılırken, başvuranlardan biri heyetten bir üyenin oğlu olduğu için bu seferlik perde arkasından yapıldı. Abbie’de perde arkasında performansını sergiledi, yanlış bir notaya basınca işim bitti diye düşündü ama heyet performansına bayılmıştı. Ta ki seçmeler bitip de kazananın bir kadın olduğu anlaşılana kadar. Bundan sonra kızılca kıyamet koptu. Orkestra şefi bu aletde bir kadının asla yeterli performans gösteremeyeceğini söyledi. Conant bir kere daha -perdesiz- dinlendi ve yetersiz bulundu. Bunun üzerine Conant’ın mahkemelere de taşan büyük mücadelesi başladı. Sonuçta heyet üyeleri kalpleri ile dinledikleri Conant’ı beğenmiş ama gözleri ve önyargıları ile dinledikleri Conant’ı beğenmemişlerdi.
Bunlarda hepimizde bulunan düşünmeden düşünme, beynimizin ve bilinçaltımızın bize hissettirmeden milisaniyelik görüntülerle analiz etme ve karar verme yetimizin negatif çalıştığı örnekler. En önemli detayda eğer önyargılardan, kalıplardan ayıklanmazsa bu yeteneğin bizi nasıl yanlış yönlendirebileceği. Yani hem sezgilerimize, anlık kararlarımıza güvenelim, hem de bunları önyargılarımızın süzgecinden geçirelim. Hey şeyde olduğu gibi bu konuda da nazik bir denge söz konusu…