Tehdit ve Fırsat
Çok bilinen ve tekrarlanan bir klişe var; Çincede tehdit ve fırsat aynı harf ile ifade ediliyor. Bazı klişeler belki de çok genel doğrular oldukları için vazgeçilmez şekilde kullanılıyorlar. Bu klişede içinde bulunduğumuz zamanın ruhuna hakikaten uygun düşüyor. Tüm dünyada gelişmekte olan ülkeler için Nirvana olarak adlandırılabilecek bir durum yaşanıyordu son yıllarda. Gelişmiş ülkelerdeki neredeyse sıfıra yakın faiz oranları, birikmiş zenginleşme ve fırsat maliyetleri yüzünden yüzer gezer para bizim gibi ülkelere akıyordu. Bu arada gelişmiş ülkelerde tüketim çılgınlığı devam ediyor, bu çılgınlığın baş aktörleri de üretimlerini işçiliğin bedavaya yakın olduğu ülkelere kaydırıyorlardı. Bizim şu anda ciddi şekilde yakındığımız cari açık ABD gibi bir ülkede bile tarihinin en yüksek seviyesine çıkabiliyordu. Bu gidişat gelişmiş ülkelerde kronikleşebilecek bütçe açıkları ve yükselen enflasyon riskinin artması ile beraber geçtiğimiz bir yıl içerisinde yavaş, yavaş yön değiştirdi ve son günlerde piyasanın bu gidişattan emin olması ile beraber global bir ekonomik sıkıntı durumuna dönüştü. Sadece ABD Merkez Bankası son 1.5 yılda faizlerini yarım puandan %5 lere çekti ve arttırmaya devam edecek gibi gözüküyor.
Ülkemizde gitgide “Global bir köy” olan dünyada bu gelişmelerden payına düşeni elbetteki alıyor. Bizim durumumuzda bu gelişmeler bir de politik belirsizlik ve istikrarsızlık tehlikesi ile çarpılarak özellikle kur konusunda Türkiye’yi en çok etkilenen gelişmekte olan ülke konumuna sürüklüyor. Son düşüşle beraber borsamızda herhalde enler arasındaki yerini almıştır. Peki ne yapacağız? Hepimiz Türkiye’nin krizler karşısındaki esnekliğini, krizlerle mücadele etme direncini biliyoruz. Ama işin şirketler cephesinde her şirket sıkıntıdan aynı şekilde etkilenmiyor ve aynı şekilde çıkmıyor. Kimler karlı çıkıyor? Bu tehdite soğukkanlı yaklaşan, tehditin içindeki fırsatları gören, bunu görebilecek iş zekasına ve analitik düşünme yetisine sahip olan, gördüğü fırsatlara odaklanan, rakiplerinden hızlı hareket eden ve gelişmelerin finansal tablolarına yansımalarını eşzamanlı takip edebilen, yönetebilen şirketler avantaj kazanarak bu dönemi atlatıyor.
Bunlar iyi, güzel de herkesin bildiği doğrular. Bu doğruları nasıl, ne zaman, kiminle yapacağız peki diyor olabilirsiniz. Bence her şey zihinde, nasıl düşündüğünüzle başlıyor. Şirketin lideri ve yöneticileri yangına odaklanıp , savunmadan başka bir şey düşünmüyor ve bu olumsuz enerjiyi takıma mı geçiriyor, yoksa durumu gerçekçi bir şekilde analiz ediyor, stratejiyi gözden geçiriyor ve yeni duruma ilişkin aksiyonları mı belirliyor? Takım bu olumlu enerjiyi alacak ve kendi enerjilerine çevirecek kadar donanımlı ve yüksek kapasiteli mi? 100% insan kaynağı ile ilgili olan bu unsurlardan sonra bence şirketin teknoloji kullanma kültürü ve altyapısı geliyor. Size hız çağında hız katan, analitik gücünüzü arttıran bir teknolojik gücünüz var mı? İş zekanız sadece bireylerin beyin güçlerinden mi, yoksa bu gücün hepsini birleştirerek çok daha büyük bir güce dönüştürebilecek bir teknoloji altyapısından mı besleniyor? Her an her yerden şirket bilgi ağınıza ulaşılarak bu ağa bilgi aktarılıyor veya bilgi alınabiliyor mu? Fiziksel dünyada aynı anda bir çok noktada gerçekleşen bir çok gelişme şirketinizin sanal ortamında eş zamanlı takip edilebiliyor mu? Bu takip karar alma sürecinize entegre edilmiş durumda mı? Çok sayıda müşterinizi dükkanıza her gün uğrayan mahalle sakinleri gibi tanımanızı sağlayacak bir CRM altyapısına sahip misiniz? Teknoloji kültürü ve altyapısı ile ilgili soruları çoğaltmak mümkün, ama benim açımdan ana fikir teknolojinin size sağlayabileceği kaldıraç gücünün altını çizmek.
Kaliteli insan kaynağı, çağdaş teknoloji kullanma kültürü ve güçlü bir bilgi teknolojileri altyapısı ile her türlü tehditi fırsata dönüştürebilirsiniz…