Kafka’nın dünyaca ünlü öyküsünde Gregor Samsa’nın geçirdiği kadar sarsıcı ve zor olmasa da profesyonel hayatta da hem çok önemli, hem de çok zor dönüşüm noktaları var. Kendi kariyerime baktığımda içinden geçtiğim en zorlu dönüşümün yönetilenden, ilk defa yöneticiliğe evrildiğim geçiş olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Birdenbire eleştirenden, eleştirilene, sırtında sadece kendi yükünü taşıyandan, başkalarının yükünü ve sorumluluğunu taşıyana, iş yapandan, yaptırana olan keyifli ve sancılı bir dönüşüm. Bu dönüşümün en zorlu taraflarından biri de daha önce beraber dirsek çürüttüğün ve şirketi, yönetimi beraberce kah takdir ettiğin, kah eleştirdiğin arkadaşlarınla yeni bir ilişki ve iletişim kurma gerekliliği. Hem içine yeni girdiğin liderliğini kabul ettireceksin, hem de birdenbire havaya girip, antipatik olmayacak, samimiliğini, sahiciliğini, dolayısıyla ikna ediciliğini kaybetmeyecek, etkili olabileceksin. Tutturması zor, hassas ama bir o kadar da önemli bir denge noktası.
Kendime bakınca o aşamada ilk başlarda çuvalladığımı kabul etmeliyim. Bu dönüşümü geçiren birinin düşebileceği tuzakların bir çoğunu ıskalamadım. Mesafeyi tam ayarlayamadım, egomu tam anlamı ile kontrol altına alamadım, yöneticiliği daha ciddi olmak ve herkesten fazlasını bilmek zannettim, yönetmeyi sadece yapılması gerekenleri söylemek ve kontrol etmek olarak gördüm. Güven veremedim, bunun sonucu olarak bana olan inanç eksik kaldı. Bu da potansiyel performansının altında kalan bir takım riski olarak bana geri döndü. Bütün bunlar olurken, neyseki, o dönemdeki kendime iyi not verdiğim çok önemli bir nokta da vardı. Öğrenmeye, değişmeye, gelişmeye samimi olarak istekliydim.
Bendeki olumlu dönüşümü yaratan aslında iki şey oldu. Birincisi, etraftan gelen geribildirimlere kulağımı kapamadım, açtım. Ve kendimi cidden zorlayarak, söylenmek istenenleri anlamaya çalıştım. İkincisi de, çalıştığım şirketin yeni yöneticilerini -doğru bir vizyon ve zamanlama ile- yolladığı bir “Koçluk ve Liderlik” eğitimine katıldım. Eğitim uluslararası bir katılım ile Atina’da oldu. Eğitmenin adını bunca yıl sonra bile hatırlıyorum; Chris Atkins. Profesyonel hayatımda bunca eğitime katıldım, tabii ki hepsinde aradığımı bulamadım, ama bu eğitimi ve zihnimde çaktığı kıvılcımları unutamıyorum. Eğitim aslında öncesinde ciddi bir hazırlıkla başladı. Hem senin kendini değerlendirdiğin dökümanlar, hem de 360 derece denilen ve çalışanlar, aynı seviyedekiler, yöneticin ve yönetim ekibi tarafından verilen geribildirimlerin toplandığı raporlar bahsettiğim ön hazırlık aşamasını oluşturuyordu.Bunun yanısıra yine katılımdan önce okunması ve içselleştirilmesi gereken, yöneticiliğin felfesesine ait bir çok makale bulunuyordu.
Bu ve benzeri ön hazırlık ve sistem bir çok eğitimde var ama bence asıl farkı eğitmen ve onun konuyu aktarış biçimi yarattı. Klasik tabiri ile Chris hakikaten ilham verici bir adamdı. Atina’dan, Istanbul’a döndüğümde artık nasıl bir yönetici, aslında daha doğru bir ifade ile nasıl bir lider olmak istediğimi biliyordum. Ondan sonrası samimiyetle değişime, gelişime odaklanma ve geribildirim radarlarını açık tutmakla geldi. Bu söylediklerimden tabii ben o andan itibaren bu işi öğrendim, o günden bu yana harika bir yönetici, liderim anlamı hiç çıkmasın. Michelangelo’nun 87 yaşında artık gözleri görmezken Sistine Şapel’inde freskoları eliyle inceleyip, merdivenin altından kendisine bakan öğrencisine dediği gibi “Hala öğreniyorum”…
Çok güzel…
merhabalar
serdar bey
sizinle kanyon ve izmir*kalder konferanslarınızda tanıştık ve sohbet ettik
LİDERLİK kumaşınızın dokunmasında Chris Atkins gibi ustanızın el vermesi güzel bir şey. bloğunuzu beğendim. lider doğulur mu olunur mu sorusuna samimi bir yanıt olmuş
http://www.cahitgunaydin.com
bloğumu ziyeret ederseniz sevinirim
başarılar