Londra. New York’la beraber her an gidebileceğim iki şehirden biri. Birisi toparlan desin yeter. HP bölgesel toplantı için Londra’yı seçince, Alev’le bana da bir kaç günlük kaçamak olanağı doğdu, biz de kaçırmadık tabii. Bavullar yapıldı ve ver elini Heathrow. İlk sürpriz havaalanındaki Arap asıllı -ama hiç göstermeyen- kontrol memurunun Erdoğan hayranlığı oldu. Beni sorularıyla -ama klasik kontrol değil, Erdoğan ile ilgili sorular- bunalttıktan sonra, kendisine selam söyleyip, İngiltere’ye buyur etti. Arap dünyasında yıldımızın yükselişine bizatihi tanıklık işte buna denir.
Hani gerçek dostlarla ne kadar sonra görüşürsen görüş kaldığın yerden devam edersin ya, Londra için de durum aynı. Yıllar geçmiş olmasına rağmen sanki dün ayrılmış gibiydik. Sloane Square’de ki otelimize yerleşip,ertesi sabah kendimizi dışarı attık. İlk durak Saatchi Galeri . Galeri 13’de ki inanılmaz işi herkese tavsiye ederim. Mühendislik, illüzyon ve sanatın inanılmaz bir bileşimi. Öğleden sonraki mekanımız ise Victoria & Albert müzesi oldu. “Bir stil ikonu olarak Grace Kelly” sergisi zerafet ile asaletin nasıl birleşebileceğini tam anlamı ile gösteriyordu .
Aksam yemegimizi organizatorumuz Alev Hanim’in secimi ile Nobu Londra’da yedik. Tek Michelin yildizini hakediyormuydu, lezzet olarak evet, atmosfer olarak hayir. Ozel bir yemek olarak Rock Shrimp Tempura’yi tavsiye ederim. Londra yazılara sığmıyor, devamı sonraya…