Bugüne kadar en etkilendiğim yöneticilik eğitimini 1998-99 yıllarında Atina’da aldım. Eğitimin adı “Koçluk ve Liderlik Yetenekleri”, eğitmenin adı da Chris Atkins’di. Benim de içinde bulunduğum küresel şirkette bireysel çalışandan, yöneticiliğe ilk adım attığım zamanlardı ve bir çok hata yapıyordum. Kendine güvenen ve yükselen her genç çalışan gibi harika bir yönetici olacağıma inanıyor ama niyetle, yapılanlar arasındaki bağı tam kuramıyor, çalışanlara liderliğimi kabul ettirmekte zorlanıyordum. Verilen eğitim hakikaten imdadıma yetişti. Şimdi geriye bakınca bana doğru zamanda atılmış bir can simidi olduğunu görebiliyorum.
Chris Atkins eğitimin bir çok aşamasında o zaman bekar ve çoluk, çocuk kavramına aşina olmayan beni şaşırtan bir şey yaptı ve yönetici-çalışan ilişkisi ile, anne/baba-çocuk ilişkisi arasında paralellikler kurdu. Çalışanlar da aynı çocuklar gibi ilgi istiyordu. Yeni ve farklı bir şey yaptıklarında fark etmenizi bekliyorlardı. Onlarla bir aradayken, yaptığınız diğer şeyleri bırakıp, dikkatinizi onlara vermenizi, gözlerine bakmanızı ve samimi, sahici bir ilgiyle iletişim kurmanızı çok önemsiyorlardı. Nasıl ki çocuklar söylenene değil, yapılana bakarlar, çalışanlar da öyle davranıyorlardı. Her gün “Dişini fırçala!” lafını duyan çocuklar, anne, babanın elinde diş fırçası görmeden nasıl ikna olmuyorsa, çalışanlar da yöneticilerin rol modelliği yapmadığı hiç bir davranış biçimini benimsemiyorlardı. Örneğin “Bizim için Müşteri her şeyden önce gelir” diyen bir yönetici, müşteri telefonlarına çıkmıyorsa, çalışanlar da duyduklarına göre değil, gördüklerine göre davranıyorlardı. Aynı çocukların ebeveynlerini gözledikleri gibi, çalışanlar da siz hiç fark etmeseniz de her an sizi gözlüyorlar, dikkat edecekleri değerleri, ortaya koyacakları davranış biçimlerini sizden almaya çalışıyorlardı. Kısaca ebeveynlik nasıl zor, sürekli ve iç disiplini gerektiren bir sorumluluksa, yöneticilik de öyleydi.
Yöneticiliği daha çok güç ile ilişkilendiren bir genç çalışan olarak bayağı şaşırmış, düşünce biçimimi değiştiren bir darbe almıştım. Mesele yukarıdan bir şeyler dayatmaktan ve kabul ettirmekten çok, aşağıdan bir heyecan ve enerji yaratıp, kişilerin gönüllü kabullerini kazanmaktı. Organizasyonda bu şekilde elde edilmeyen herhangi bir kazanım, kısa vadeli olmaya ve bir süre sonra ters bir akıntıya dönmeye mahkumdu. İletişim ve samimi, sahici bir merak, teşvik ve doğru şekilde ödüllendirme iyi bir ekip yaratabilmek için elzemdi.
Eğitime gitmeden önce çalışanlarımla yapılan anketlere bir kere daha baktım ve başka bir gözle analiz ettim. Dönünce tüm iç disiplinimi kullanarak, davranışlarımı değşitirmek için ciddi gayret sarf ettim. Aradan bir süre geçtikten sonra yapılan anketler olumlu gelişmeyi gösteriyordu. O zaman tamam artık oldu demek zor galiba demiştim, bugün baktığımda yöneticilik de, anne, babalık gibi sürekli öğrenme ve yüksek iç disiplinle gelişmedir ve gelişme, öğrenme hiç bitmeyecek diyorum…